24 Şubat 2020 Pazartesi

FINDIK BAHÇESİ


GİRESUN’UN FINDIK BAHÇELERİ

           Fındık deyince aklımıza ilk gelen şehrimiz Giresun’dur. Türkiye’nin ve dünyanın en kaliteli fındığı bu güzel Karadeniz şehrinde yetişir. Hatta yolunuz Giresun’a düştüyse şehrin girişindeki büyükçe tabelayı mutlaka görmüşsünüzdür.
“Fındığın başkentine hoş geldiniz” şeklinde güzel bir yazı vardır üzerinde.
           Fındık her türlü pasta, kurabiye, çikolata imalatında katkı maddesi olarak kullanılır. Kuruyemiş olarak da tüketimi fazladır. Kavrulmuş iç fındık, fındık ezmesi gibi mamulleri de vardır. Uzun kış gecelerinin vazgeçilmez çerezidir fındık.
           Ülke ticaretinde önemli bir yeri olan fındığın dünya ticaretinde de önemli yeri olduğunu unutmamak gerekir. Dünyada üretilen fındığın yüzde yetmişini Türkiye üretir. Karadeniz’in çoğu yerinde fındık tarımı yapılır. Yalnız hiçbir yerin, yörenin fındığı Giresun fındığının kalitesine erişemez.
           Bu güzel ürünü yetiştirmek, bakımını yapmak bir hayli zordur. Bahçenin ayıklanması, dikenlerin temizlenmesi, ilaçlanması gerekir. Toplama ve taşıma işinden sonra harmanda kurutulma işlemi yapılır. Bu kurutma, patoza vermek içindir. Fındığın dışındaki talaş kahverengiye dönünce patoza konulup talaşından ayrılması gerekir.
           Patozdan sonra  yeni bir zorluk bekler fındık işlerini. Patozdan çıkan fındıklar tentelerin üzerine ince ince serilir. Arada bir tırmıkla karıştırılarak altta kalan kısımların güneş görmesi sağlanır. Bölge Karadeniz olduğu için yağmur ihtimalini de unutmamak gerekir. Ağustos ayında ülkenin her yeri sıcaktan kavrulurken Karadeniz Bölgesi çok yağmur alır. Fındığı yağmur tehlikesinden uzak tutmak gerekir. Eğer ıslanırsa çürüme ihtimali artar. O zaman da bütün emekler boşa gider. İşte kurutma işlemi böyle zorluklarla doludur.
           Fındık tente üzerinde kurumaya devam ederken, bir yandan da bahçede toplama işlemine ağırlık verilir. Diğer yandan serili fındığın içindeki boş fındıkların seçilmesi gerekir. Birkaç kişide tek tek boş ve kırık fındıkları, sağlamların arasından seçerek fındığı temizler.
           Harmanda kurutulmuş ve boşlarından temizlenmiş fındığın artık çuvallara doldurulması gerekir. Çuvallara doldurmadan önce, evin büyükleri tarafından son kontroller yapılır. Eğer kuruduğuna inanılırsa çuvallara konulur ve çuvalların ağzı usta kişiler tarafından dikilir. Ağzı dikilen çuvallar pazara götürülene kadar muhafazalı bir yerde saklanır.
           İşin en güzel yanı her iş bittikten sonra fındığın satılma işlemidir. Kamyonlara yüklenen fındık, Fiskobirlik, Toprak Mahsulleri Ofisi ya da tüccarlara satılır. Paralar alındıktan sonra fındık çiftçisinin yorgunluğu biraz olsun azalır. Borçlar ödenir, evin ve çocukların ihtiyaçları karşılanır. İnsanlar rahat bir nefes alırlar.
                                                                                       Kenan Keskin
                                                                                              2009

TEMİZ HAVA


               TEMİZ HAVA
Her şeyin temizi güzeldir. Temiz eller, temiz dişler, pırıl pırıl saçlar, kokmayan ayaklar. Havanın da temiz olanı güzeldir. Yoksa duman, kir ve pas içinde ki havayı solumanın ne kadar kötü olduğunu hepiniz bilirsiniz.
         Geçenlerde beni taşıyan çocuk, yolda bir araba lastiği buldu. Tabi ki yanında da üç beş yaramaz. Derken lastiği yaktılar. Lastik öyle bir yandı ki, alevler göklere yükseliyordu. Ya çıkardığı dumana ne dersiniz. Sanki fabrika bacası tütüyor sanırsınız. Bir anda her yer simsiyah duman olmuştu.
         Sonra olan oldu. Beni içinde taşıyan çocuk nefes aldıkça o pis dumanlar bana geliyor ve çok zorlanıyordum. Gelen hava o kadar kirli, o kadar pisti ki, temizlemeye gücüm yetmiyordu. Bir ara öyle yoruldum öyle bitkin düştüm ki sormayın.
         Ben temizleme işini yetiştiremeyince bizim yaramaz kesik kesik öksürmeye başladı. Öyle öksürüyordu ki, bir ara gözleri dışarı çıkacak gibi oldu. Diğer çocuklarda ondan farksızlardı. Allah'tan birisi itfaiyeye haber vermiş de, itfaiye araçları acı sirenlerini çalarak geldi ve hemen yangını söndürdü.
         Bizim yaramazın eli yüzü kir pas içinde öksüre öksüre eve geldi. Ben hala içeri gelen havayı temizlemekte zorlanıyordum. Annesi yaramazı banyoya sokarak yıkadı. Banyodan sonra biraz da yoğurt yeyince o da kendine geldi ben de. Yine de sabaha kadar çalışmakta zorlandım. İnşallah akıllanmıştır da beni bir daha öyle kirli yerlere götürmez.
                                                                                          Kenan Keskin
                                                                                                  2009

19 Şubat 2020 Çarşamba

AHMET AMCA



YALNIZLIK
“Yıllar önce yalnız başına yaşayan, insanlarla pek konuşmayan, komşuluk ilişkileri oldukça zayıf orta yaşlarda bir Ahmet Amca vardı.
Ahmet Amca kimseye yardım etmez, kimseden de yardım kabul etmezdi. Her şeyi tek başına yapmaya kalkardı. Çevredeki insanlar onun bu haline üzülür, ona yardım etmek için ellerinden geleni yaparlardı. Ahmet Amca ise her seferinde bu dostluk ellerini geri çevirerek, komşularının kalbini kırardı.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra Ahmet Amca hastalandı. Bakacak kimsesi olmadığından yatağında tek başına kıvranıyordu. Uzun süredir onu dışarıda göremeyen komşuları merak etmeye başlamışlardı. Komşuları, kapalı olan kapıyı kırarak içeri girdiler.
Evde durum çok kötüydü. Ahmet Amca hem hasta, hem de günlerdir bir şey yemediği için çok zayıf düşmüştü. Komşuları ona hemen bir çorba kaynatıp içirdiler. Sonra doğruca hastaneye götürüp tedavisini yaptırdılar.
Ahmet Amca komşularının bu davranışı karşısında, çok duygulanarak ağlamaya başladı. Hepsinden özür diledi. Yaptıklarından pişman olduğunu, bir daha eskisi gibi davranmayacağını söyledi. İnsanların her zaman birbirlerine ihtiyacı olduğunu daha iyi anladığını söyleyerek derin bir uykuya daldı.”
                                                                                     2009
                                                                            Kenan KESKİN


ÇOCUK

ÇOCUK OLMAK
         İnsanın en güzel yılları çocukluk yıllarıdır. Doyasıya oynadığı, sorumluluğun az olduğu çocukluk yılları. Ağlayınca gözyaşının silindiği, düşünce mutlaka birilerinin kaldırdığı o güzel yıllar.
         Hayatımda özlem duyduğum, tekrar yaşamak istediğim yıllar çocukluk yıllarıdır. Arkadaşlıklarım, oynadığım oyunlar, ara sıra çocukça kavgalar. Yorulmak nedir bilmezdim akşama kadar. Hatta doymak nedir onu da bilmezdim. Bazen annem “ Çocuklar tavuk gibidir, doyduklarını anlamazlar”  derdi. Belki de öyleydi. Ama o koşturmaya, hoplamaya, zıplamaya bakarsanız insanın midesinde yemek mi kalır?
         Okul dönemi bir başkaydı. Fakat yaz tatilleri de öyle. Yazlığımız yoktu. Tatile gideceğimiz yer de. Yazlığa ne gerek vardı ki zaten. Uçsuz bucaksız doğa, renk renk çiçekler, yeşilin her tonu, şırıl şırıl akan sular. Peşinden usanmadan koştuğum ama bir türlü yakalayamadığım süslü kelebekler. Tatil yapılan yerler bundan daha güzel olamazdı herhalde.
         Yıllar sonra bizden başka çocukların da olduğunu öğrendim. Hem de farklı renkleri, dilleri olduğunu da öğrenince çok şaşırdım. Şaşırdım çünkü görmemiştim. Sadece çevremdeki çocukları biliyordum. Konuşmaları, renkleri hemen hemen aynı olan çocukluk arkadaşlarım. O yıllarda babası Almanya’da olan bir arkadaşım da babasıyla Almanya’ya gitmişti. Oradaki çocukları görünce şaşırmış, bir müddet oraya alışamamıştı. Çocukların farklı dil konuşması onu çok etkilemiş olmalı ki bir gün horoz sesini duyunca:
- Baba baba, bak burada da horozlar Türkçe ötüyor! demişti.
 Sonunda başka ülkelerin olduğunu, başka ülkelerde başka çocukların olduğunu, çocukların bizden farklı diller konuştuğunu öğrendik. Şunu da öğrendik. Çocuk her yerde çocuk. Çocuğun her yerde gülen, koşan, oynayan, sevgi dolu yavrular olduğunu anladık. İçinde kötülük taşımayan, herkesi seven asla kavgadan yana olmayan çocuk. Keşke herkes çocuk olsaydı.
                                                                                                     2009
                                                                                            Kenan KESKİN

TOPLUM






GÜLMEK
İnsanların birbirine ihtiyacı vardır. Çünkü insanlar ihtiyacı olan her şeyi karşılama imkanına sahip değildir. Bu ihtiyaçtan dolayı toplumlar oluşmuştur.
Bir insan tek başına bireydir. Yani tek kişidir. Bireyler bir araya gelerek toplumları oluştururlar. Bireyler ne kadar sağlıklı ve mutlu olurlarsa toplumda o kadar mutlu ve huzurlu olur.
Bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu en küçük ve en özel topluluk ailedir. En küçük yani çekirdek aile dediğimiz topluluk, anne, baba ve çocuklardan oluşur. Dede, nine, amca ve halalar da bu topluluğa katılırsa geniş aile adını alır.
Şimdi şöyle biraz düşünelim. Anlayışlı, kültürlü anne ve babayı düşünelim. Anne babanın hayata hazırladığı, özenle ve ahlaklı bir şekilde yetiştirdiği dürüst çocuklar; birbirini anlayan, birbirine gülümseyen aile bireyleri düşünelim. Eğer toplumu bu tip aileler oluşturuyorsa, mükemmel bir toplum olur. Ya tersi? İnsan tersini düşünmek bile istemiyor.
Sonuç olarak mutlu ve huzurlu bir toplum istiyorsak ki, istiyoruz. Öncelikle bizler mutlu olabilmeyi başarmalıyız. Kendimizle barışık, hayata gülen insanlar olduğumuz zaman toplumun da gülebildiğini görmüş olacağız.
 2009 İstanbul
Kenan KESKİN