6 Ağustos 2020 Perşembe
24 Şubat 2020 Pazartesi
FINDIK BAHÇESİ
GİRESUN’UN
FINDIK BAHÇELERİ
Fındık deyince aklımıza ilk gelen
şehrimiz Giresun’dur. Türkiye’nin ve dünyanın en kaliteli fındığı bu güzel
Karadeniz şehrinde yetişir. Hatta yolunuz Giresun’a düştüyse şehrin girişindeki
büyükçe tabelayı mutlaka görmüşsünüzdür.
“Fındığın başkentine hoş geldiniz”
şeklinde güzel bir yazı vardır üzerinde.
Fındık her türlü pasta, kurabiye,
çikolata imalatında katkı maddesi olarak kullanılır. Kuruyemiş olarak da
tüketimi fazladır. Kavrulmuş iç fındık, fındık ezmesi gibi mamulleri de vardır.
Uzun kış gecelerinin vazgeçilmez çerezidir fındık.
Ülke ticaretinde önemli bir yeri olan
fındığın dünya ticaretinde de önemli yeri olduğunu unutmamak gerekir. Dünyada
üretilen fındığın yüzde yetmişini Türkiye üretir. Karadeniz’in çoğu yerinde
fındık tarımı yapılır. Yalnız hiçbir yerin, yörenin fındığı Giresun fındığının
kalitesine erişemez.
Bu güzel ürünü yetiştirmek, bakımını
yapmak bir hayli zordur. Bahçenin ayıklanması, dikenlerin temizlenmesi,
ilaçlanması gerekir. Toplama ve taşıma işinden sonra harmanda kurutulma işlemi
yapılır. Bu kurutma, patoza vermek içindir. Fındığın dışındaki talaş
kahverengiye dönünce patoza konulup talaşından ayrılması gerekir.
Patozdan sonra yeni bir zorluk bekler fındık işlerini.
Patozdan çıkan fındıklar tentelerin üzerine ince ince serilir. Arada bir
tırmıkla karıştırılarak altta kalan kısımların güneş görmesi sağlanır. Bölge
Karadeniz olduğu için yağmur ihtimalini de unutmamak gerekir. Ağustos ayında
ülkenin her yeri sıcaktan kavrulurken Karadeniz Bölgesi çok yağmur alır.
Fındığı yağmur tehlikesinden uzak tutmak gerekir. Eğer ıslanırsa çürüme
ihtimali artar. O zaman da bütün emekler boşa gider. İşte kurutma işlemi böyle
zorluklarla doludur.
Fındık tente üzerinde kurumaya devam
ederken, bir yandan da bahçede toplama işlemine ağırlık verilir. Diğer yandan
serili fındığın içindeki boş fındıkların seçilmesi gerekir. Birkaç kişide tek
tek boş ve kırık fındıkları, sağlamların arasından seçerek fındığı temizler.
Harmanda kurutulmuş ve boşlarından
temizlenmiş fındığın artık çuvallara doldurulması gerekir. Çuvallara doldurmadan
önce, evin büyükleri tarafından son kontroller yapılır. Eğer kuruduğuna
inanılırsa çuvallara konulur ve çuvalların ağzı usta kişiler tarafından
dikilir. Ağzı dikilen çuvallar pazara götürülene kadar muhafazalı bir yerde
saklanır.
İşin en güzel yanı her iş bittikten
sonra fındığın satılma işlemidir. Kamyonlara yüklenen fındık, Fiskobirlik,
Toprak Mahsulleri Ofisi ya da tüccarlara satılır. Paralar alındıktan sonra
fındık çiftçisinin yorgunluğu biraz olsun azalır. Borçlar ödenir, evin ve
çocukların ihtiyaçları karşılanır. İnsanlar rahat bir nefes alırlar.
Kenan
Keskin
2009
TEMİZ HAVA
TEMİZ HAVA
Her şeyin temizi güzeldir. Temiz
eller, temiz dişler, pırıl pırıl saçlar, kokmayan ayaklar. Havanın da temiz
olanı güzeldir. Yoksa duman, kir ve pas içinde ki havayı solumanın ne kadar
kötü olduğunu hepiniz bilirsiniz.
Geçenlerde beni
taşıyan çocuk, yolda bir araba lastiği buldu. Tabi ki yanında da üç beş
yaramaz. Derken lastiği yaktılar. Lastik öyle bir yandı ki, alevler göklere
yükseliyordu. Ya çıkardığı dumana ne dersiniz. Sanki fabrika bacası tütüyor
sanırsınız. Bir anda her yer simsiyah duman olmuştu.
Sonra olan
oldu. Beni içinde taşıyan çocuk nefes aldıkça o pis dumanlar bana geliyor ve
çok zorlanıyordum. Gelen hava o kadar kirli, o kadar pisti ki, temizlemeye
gücüm yetmiyordu. Bir ara öyle yoruldum öyle bitkin düştüm ki sormayın.
Ben temizleme
işini yetiştiremeyince bizim yaramaz kesik kesik öksürmeye başladı. Öyle
öksürüyordu ki, bir ara gözleri dışarı çıkacak gibi oldu. Diğer çocuklarda
ondan farksızlardı. Allah'tan birisi itfaiyeye haber vermiş de, itfaiye araçları
acı sirenlerini çalarak geldi ve hemen yangını söndürdü.
Bizim yaramazın
eli yüzü kir pas içinde öksüre öksüre eve geldi. Ben hala içeri gelen havayı
temizlemekte zorlanıyordum. Annesi yaramazı banyoya sokarak yıkadı. Banyodan
sonra biraz da yoğurt yeyince o da kendine geldi ben de. Yine de sabaha kadar
çalışmakta zorlandım. İnşallah akıllanmıştır da beni bir daha öyle kirli
yerlere götürmez.
Kenan
Keskin
2009
19 Şubat 2020 Çarşamba
AHMET AMCA
“Yıllar önce yalnız başına yaşayan,
insanlarla pek konuşmayan, komşuluk ilişkileri oldukça zayıf orta yaşlarda bir
Ahmet Amca vardı.
Ahmet Amca kimseye yardım etmez,
kimseden de yardım kabul etmezdi. Her şeyi tek başına yapmaya kalkardı.
Çevredeki insanlar onun bu haline üzülür, ona yardım etmek için ellerinden
geleni yaparlardı. Ahmet Amca ise her seferinde bu dostluk ellerini geri
çevirerek, komşularının kalbini kırardı.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra
Ahmet Amca hastalandı. Bakacak kimsesi olmadığından yatağında tek başına
kıvranıyordu. Uzun süredir onu dışarıda göremeyen komşuları merak etmeye
başlamışlardı. Komşuları, kapalı olan kapıyı kırarak içeri girdiler.
Evde durum çok kötüydü. Ahmet Amca
hem hasta, hem de günlerdir bir şey yemediği için çok zayıf düşmüştü. Komşuları
ona hemen bir çorba kaynatıp içirdiler. Sonra doğruca hastaneye götürüp
tedavisini yaptırdılar.
Ahmet Amca komşularının bu davranışı
karşısında, çok duygulanarak ağlamaya başladı. Hepsinden özür diledi.
Yaptıklarından pişman olduğunu, bir daha eskisi gibi davranmayacağını söyledi.
İnsanların her zaman birbirlerine ihtiyacı olduğunu daha iyi anladığını
söyleyerek derin bir uykuya daldı.”
2009
Kenan KESKİN
Etiketler:
AMCA,
Asfa,
GİRESUN,
HİKAYELER,
KENAN KESKİN,
kuskunlu,
ÖĞRENCİLER,
TİREBOLU,
YALNIZLIK
ÇOCUK
ÇOCUK OLMAK
İnsanın en
güzel yılları çocukluk yıllarıdır. Doyasıya oynadığı, sorumluluğun az olduğu
çocukluk yılları. Ağlayınca gözyaşının silindiği, düşünce mutlaka birilerinin
kaldırdığı o güzel yıllar.
Hayatımda özlem
duyduğum, tekrar yaşamak istediğim yıllar çocukluk yıllarıdır. Arkadaşlıklarım,
oynadığım oyunlar, ara sıra çocukça kavgalar. Yorulmak nedir bilmezdim akşama
kadar. Hatta doymak nedir onu da bilmezdim. Bazen annem “ Çocuklar tavuk gibidir,
doyduklarını anlamazlar” derdi. Belki de
öyleydi. Ama o koşturmaya, hoplamaya, zıplamaya bakarsanız insanın midesinde
yemek mi kalır?
Okul dönemi bir
başkaydı. Fakat yaz tatilleri de öyle. Yazlığımız yoktu. Tatile gideceğimiz yer
de. Yazlığa ne gerek vardı ki zaten. Uçsuz bucaksız doğa, renk renk çiçekler, yeşilin
her tonu, şırıl şırıl akan sular. Peşinden usanmadan koştuğum ama bir türlü
yakalayamadığım süslü kelebekler. Tatil yapılan yerler bundan daha güzel
olamazdı herhalde.
Yıllar sonra
bizden başka çocukların da olduğunu öğrendim. Hem de farklı renkleri, dilleri
olduğunu da öğrenince çok şaşırdım. Şaşırdım çünkü görmemiştim. Sadece
çevremdeki çocukları biliyordum. Konuşmaları, renkleri hemen hemen aynı olan
çocukluk arkadaşlarım. O yıllarda babası Almanya’da olan bir arkadaşım da
babasıyla Almanya’ya gitmişti. Oradaki çocukları görünce şaşırmış, bir müddet
oraya alışamamıştı. Çocukların farklı dil konuşması onu çok etkilemiş olmalı ki
bir gün horoz sesini duyunca:
- Baba baba, bak burada da horozlar Türkçe ötüyor! demişti.
Sonunda başka ülkelerin olduğunu, başka
ülkelerde başka çocukların olduğunu, çocukların bizden farklı diller
konuştuğunu öğrendik. Şunu da öğrendik. Çocuk her yerde çocuk. Çocuğun her
yerde gülen, koşan, oynayan, sevgi dolu yavrular olduğunu anladık. İçinde
kötülük taşımayan, herkesi seven asla kavgadan yana olmayan çocuk.
Keşke herkes çocuk olsaydı.2009
Kenan KESKİN
TOPLUM
GÜLMEK
İnsanların birbirine ihtiyacı vardır.
Çünkü insanlar ihtiyacı olan her şeyi karşılama imkanına sahip değildir. Bu
ihtiyaçtan dolayı toplumlar oluşmuştur.
Bir insan tek başına bireydir. Yani
tek kişidir. Bireyler bir araya gelerek toplumları oluştururlar. Bireyler ne
kadar sağlıklı ve mutlu olurlarsa toplumda o kadar mutlu ve huzurlu olur.
Bireylerin bir araya gelerek
oluşturduğu en küçük ve en özel topluluk ailedir. En küçük yani çekirdek aile
dediğimiz topluluk, anne, baba ve çocuklardan oluşur. Dede, nine, amca ve
halalar da bu topluluğa katılırsa geniş aile adını alır.
Şimdi şöyle biraz düşünelim.
Anlayışlı, kültürlü anne ve babayı düşünelim. Anne babanın hayata hazırladığı, özenle
ve ahlaklı bir şekilde yetiştirdiği dürüst çocuklar; birbirini anlayan,
birbirine gülümseyen aile bireyleri düşünelim. Eğer toplumu bu tip aileler
oluşturuyorsa, mükemmel bir toplum olur. Ya tersi? İnsan tersini düşünmek bile
istemiyor.
Sonuç olarak mutlu ve huzurlu bir
toplum istiyorsak ki, istiyoruz. Öncelikle bizler mutlu olabilmeyi
başarmalıyız. Kendimizle barışık, hayata gülen insanlar olduğumuz zaman toplumun
da gülebildiğini görmüş olacağız.
2009
İstanbul
Kenan KESKİN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)