Aradan geçen yıllar bizden çok şeyler aldı, götürdü. Düğünlerimizi, bayramlarımızı, oyunlarımızı, ev sohbetlerimizi, akraba ziyaretlerimizi ve daha nicelerini...
Düğünler yapılırdı iki gün iki gece. Bütün köy iştirak ederdi düğünlere. Hatta komşu köylerin birçoğu katılırdı düğün davetlerimize.
Meşhur düğün yemekçileri(aşçı) vardı. Birbirinden güzel yemekler yaparlardı, katılan misafirlere. Hatta biraz daha gerilere gittiğimizde kara fırınlarda ekmekler pişerdi düğünlerimiz için. Misafirler aç kalmasın diye dağıtılırdı nar gibi kızarmış ekmekler. O kadar da tatlı olurdu ki yazılarla anlatılması mümkün değil.
Çocuklar için ayrı bir coşkuydu sanki düğünlerimiz. Hele bir de köy helvası gelmişse değmeyin çocukların keyfine. Somun ekmeğinin arasına konulan helvalar yenir, sonra başlar oyunlar. Çocuklar arasında yeni dostluklar kurulur ve yeni arkadaşlıklar başlar. Tabi arada çıkan masum çocuk kavgaları da işin tuzu biberi.
Düğünler çağrılırken para, tavuk, horoz nadiren de koç gönderilirdi. Tabi gönderilen hediyelerin de karşılığı ona göre olurdu. Takıyı geri çevirmek ayıp sayılırdı. Kendisi düğüne katılamayan mutlaka birisiyle takıyı düğün sahibine ulaştırırdı.
Takı bizde bir yardımlaşma kültürüydü. Bugün bana, yarın sana misali.Altın, eşya falan derken ekonomik olarak yıpranan düğün sahibine köylülerin yardımıydı. Bir nebze olsun, takı paraları düğün yapan aileyi rahatlatırdı.
Kemençe düğünlerimizin vazgeçilmeziydi adeta. Bazen davul-zurna da olurdu. Kadınlar ayrı, erkekler ayrı eğlenirdi düğünlerimizde. Düğünlerin en gözde oyunu horondu erkekler arasında. Nadiren, Bıçak Oyunu oynadığı da olurdu. Horon oynamak bir sanattı köyümüzde. Bu işin piri olan büyüklerimiz vardı. Sanki halkoyunları kursunda yetişmiş gibi bütün hareketleri aynıydı. Onları seyretmek bir başka olurdu. Ta ki kendini tutamayıp oyuna giren ama oynamayı beceremeyen birisi oyunu bozana kadar.
Kadınlar daha çok ince oyun diye tabir edilen çifte telli, karşılama gibi oyunları tercih ederlerdi. Horon oynadıkları da olurdu ama alaşağı figürü olmazdı onlar oynarken. Horon havası çalarken, kemençe de erkeklere çaldığı gibi sert çalmazdı kadınlara.
Düğünlerin birinci gününe sini, ikinci gününe gelinci adı verilirdi. Sini günü "sini" götürme adeti vardı. Gelincir adı üzerinde gelinin alınmaya gidildiği gündü. Gelin ya yürüyerek ya da atla getirilirdi. Genelde gelin erkek kardeşinin kolunda, erkek kardeşi yoksa yakın bir akrabasının kolunda gelirdi. Damat sağdıçlarıyla evin kapısında gelini bekler, önceden hazırlanmış olan bir sahan fındığı gelinin başına atardı. Gelinin kolundaki kişi uyanıksa gelinin şemsiyesini fındığa siper eder ve fındıklar gelinin başına vurmazdı. Gelin eve girdikten sonra misafir olarak gelen kız tarafı ağırlanır, görevli kişiler kalır diğerleri geri dönerlerdi.
Takı törenleri bir başka olurdu o günlerde. Güvey Donanması adı verilirdi erkek evindeki takı törenine. Kız evinde ise Gelinin Ortaya Çıkması diye tabir edilirdi. Damadın iki sağdıcı vardır. Güvey ortaya çıkarken biri sağında diğeri solunda bekler damadın. O gün için üçü de çok iyi giyinmiştir.
Takı merasimi için yere bir örtü serilir. Örtünün çevresine daha önceden belirlenmiş kişiler oturtulur. Onların görevleri paraları saymak, gruplamak, takı takanların paralarını bozmaktır. Damat ve sağdıçları serilen örtünün kenarına gelerek ayakta dururlar. Bundan sonra gürültü kopma zamanıdır. Silahlar patlamaya başlamıştır bile. Biri şarjörü boşaltmadan bir diğeri ateşler silahını. Uzun bir süre silah sesleri köyün tepelerinde yankılanmaya devam eder. Düğünlerde usluluk (dayıbaşı) yapan kişi silahların düzgün ve ellerin yukarı kaldırılarak atılmasını sağlar. Malum silah her an tehlike demektir. Kısaca bu kişi atışların nizami olmasını sağlar.
Silah sesleri sona erdiğinde kısa bir sessizlik olur. O sessizliği yırtarcasına bir ses yükselir. Bütün dikkatler artık sesin geldiği tarafa yönelmiştir. Önce civar köylerden gelen davetlileri takı takmaları için davet eder. Çünkü onlar hem misafir hem de uzak yoldan gelmişlerdir. Öncelik sırasını onlara verir. Bu aynı zamanda bir centilmenlik, misafirperverlik örneğidir. Komşu köylerin takı işi bitince, köyün tüm mahalleleri tek tek çağrılır takı takmaya. Takı aslında takılmaz o günlerde, takı atılır. Yani yere serilmiş örtünün üzerine görevli kişi tarafından anonsu yapıldıktan sonra atılır. Takı atan kişilerin adları söylenerek oğul ve kızları için hayırlı kısmet duaları yapılır. Hatta çocuğu olmayanlara çocuğu olması için dualar edilir.
Takı merasiminde sunuculuk yapan kişinin sesi çok önemlidir. Yaklaşık bir saat boyunca yüksek sesle bağırması gerekir. (elektrik, mikrofon yok) Kısaca her babayiğidin yapacağı iş değil. Benim hatırladığım kadarıyla bu işin en iyileri Mehmet Keskin (Halilibrahimgilin) ve Ali Yılmaz (Mollo-eski muhtarlardan) dır. Ali amca rahmetli oldu. Mehmet amca da bu işleri yapamayacak kadar yaşlandı artık. Onlarla birlikte bir gelenek daha kaybolmaya yüz tuttu. Onların sesleri hala kulaklarımda çınlıyor. Ali amcaya Allah'tan rahmet, Mehmet amcaya da hayırlı ve sağlıklı ömürler diliyorum.
24.04.2008
Kenan Keskin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder