Hava sisli ve
göz gözü görmüyordu. Tam da mart ayına yakışır bir Karadeniz havasıydı. Komşuların
biri gidiyor diğeri geliyor, zavallı kadın içerde inim inim inliyordu. Hastane,
ebe gibi kavramların pek bilinmediği hatta köyde yolun bile olmadığı
zamanlardı. Ebe anayı mı çağırsalardı acaba? Köylerde usta çırak ilişkisiyle
doğum yaptırmayı öğrenen kadınlara "Ebe Ana" denilirdi. Anladıkları
kadarıyla doğum yapan annelere yardımcı olurlardı. Doğum esnasında ölen anne,
çocuk, sakat doğumlar vs. çok olurdu.
Hasta kadın içerde canıyla mücadele ederken eve gelen konu komşu kendine
bir meşgale bulmuş, dedikodunun tadını çıkarıyorlardı. Hep öyle olurdu zaten.
Doğum, cenaze, mevlid ve hastalık nedeniyle bir araya gelen kadınlar fırsattan
istifade dedikodu kültürünü dibine kadar kullanırlardı:
- Falancanın kızı, filancanın oğlunun doğumunda neler oldu neler? Çocuk doğdu da bez bulamadık sarmaya. Bu kadar da olmaz ki! Adamlarda malk mülk yerinde ama gelin doğuracak diye bir bez parçası bile almamışlar. Ebe ana eteğinden bir parça yırtıp da öyle sarıp sarmalamıştı çocuğu. Bir diğeri:
-Yerin dibine batsın öyle variyet! Bir bez alamamışlar, bize de bir gaşuk
çorba
bile vermemişlerdi. Dört beş garı açlıktan imleğimiz üzülmüştü. (Çok fena olmuştuk, ölecek gibi olduk)
Bir yandan kadınlar dedikoduyu kaynatırken, diğer tarafta doğum hastası olan anne adayı altıncı çocuğunu dünyaya getirmek için dişlerini sıkıyor, ağlıyor, imdat istiyordu. Doğum kontrolü, bu çocuklara kim bakacak, nasıl geçinecekler? düşüncelerinin olmadığı yıllardı. Belki de bundan sonra kaç çocuk daha doğuracaktı? Öleni, doğmadan düşeni de cabası...
Tüm bu acılar ve sıkıntıları yaşarken ilk çocuğu aklına geldi. Ne kadar güzel bir çocuktu! Öyle sevmişti ki ilk çocuğunu. Büyüklerin yanında doyasıya sarılamamış, içine çeke çeke koklayamamıştı. Birden açlıktan öldüğü aklına gelince çıldıracak gibi oldu! İçi burkuldu, kendini suçlu hissetti. Aç kalmıştı çocuk ve açlıktan ölmüştü. Sonra düşündü, kendi bir şeyler bulup yiyemiyordu ki, çocuğu doyurabilsin. Çoğu günler açlıktan midesi arkaya yapışıyordu. Bir anne aç kalıyorsa, sütle beslenen çocuk da aç kalıyor demekti. Bu düşüncelerle içini bir korku sardı. Acaba bu çoğunun karnını doyurabilecek miydi? Elde yoktu avuçta yoktu. Altıncı çocuğu olacak, sekiz kişilik bir aile olacaklardı. Bu düşüncelerle boğuşurken, şiddetlenen sancı ona her şeyi unutturdu. İçerden gelen feryatla dedikoduyu bırakan kadınlar:
-Bu böyle olmayacak Ebe Anaya haber verelim dediler. Kapılarda oynayan evin erkek çocukları vardı. Onlardan biraz büyükçe olana durum anlatıldı. Yıldırım gibi gidip gelmesi ve Ebe Anaya vaziyeti anlatarak alıp gelmesi söylendi. Çocuk, sadece az bir kısmı iniş, diğer kalan kısmı yokuş olan yolu bir an önce bitirmek için koşmaya başladı. İniş olan yolda sorun yoktu zaten. Orayı belki de bir dakika içinde bitirdi. Yokuşu tırmanmaya başlayınca yorulduğunu, nefesinin kesilmeye başladığını hissetti. Durmadan yoluna devam etti ve nihayet Ebe Ananın kapısına geldi. Var gücüyle kapıyı yumrukluyor, bir taraftan da Ebe Ana diye bağırıyordı:
-Ebe Ana anam, anam! diye sesleniyor yumruklamaya devam ediyordu.
Bir müddet sonra kapıyı açan Ebe Ana:
-Ne oldu, ne var? Niye böğürüyon bizim Sarı Gız gibi?
-Anam hasta, Ebe Ana seni çağırdılar!
-Anladım, anladım veledi olacaktır gene. Ben şimdi bir hamla gelir, dutarım
çocuğu merak etme sen. Birlikte koşar adım yürümeye başladılar. Gelirken yokuş
olan yollar artık iniş olduğu için fazla zorlanmadan eve çabuk vardılar. Çocuk
dışarıda kaldı. Ebe Ana içeri girer girmez:
Allah gazebinizi versin! Bu garıyı öldüreceniz mi? Çıkın dışarı bakim! Bu ne galabalık böyle? Aklı başında bir garı galsın baa yeter diğerleri dışarda beklesin! Hadi hadi çabuk! Ebe Ananın talimatıyla fazlalık kadınlar diğer odaya geçerek dedikodu faslına orada devam ederler. Ebe Ana de yanına aldığı biraz daha akıllıca kadınla birlikte hastayla konuşmaya başlarlar. Nefes al, nefes ver vs. Sanki Jineokolog doktor sanırsın ama kadın köyün yarısının Ebe Anası dile kolay.
Nefesler, sancılar birbirini kovalarken zavallı kadın renkten renge giriyor acısı ve ağrısı gittikçe artıyordu. Ev ahşap olduğu için sesler evin her tarafından duyuluyordu. Dedikodu yapan da, doğum için komut veren de birbirlerini rahatça dinleyebiliyorlardı. Bu nedenle herkes birbirinden haberdardı. Hatta odalar arasında laf atışmaları bile oluyordu. Ebe Ana da bu tür durumlara alışık olduğu için pek aldırış etmiyor, işine odaklanmaya çalışıyordu.
Nihayet beklenen an gelmiş, herkes nefesini tutmuş, odaya kulak kesilmişti. Ebe Ana bebeği almış, ayaklarından asarak poposuna hafifçe vuruyordu. Çünkü bebek ağlamamış, ağlaması için uzman bir doktor gibi hamlelerini ard arda tekrarlıyordu. Başardı da çocuk cılız da olsa ağlamaya başlamıştı. Orada bulunan kadınlar ve özellikle anne de rahat bir nefes almışlardı. Ebe Ana bebeği iğreti bir beze sarıp sarmaladı ve annesinin kucağına verdi.
Sancıların ve ağrıların etkisiyle bitap düşmüş olan anne, çocuğu kucağına
alınca her şeyi unuttu. İçini bir sevinç, mutluluk kaplamış, çektiği sıkıntılar
yok olmuştu. Yarabbi ne kadar güzel, ne kadar minik bir çocuk diye geçirdi
içinden. Sonra içinden şükretti, Rabbine dua etti. Hayırlısıyla
yetiştirebilmeyi diledi.
İşte dumanlı bir havada, günü ve ayı belli olmayan hatta hangi yıl
olduğundan bile şüphe duyulan çocuk benim. Rahmetli anacığıma sorduğumda ne
bilim be oğlum "Dumanlı bir hava idi" diye cevap verirdi. Cefakâr,
fedakâr bir Anadolu kadını olan Anacığıma Rabbim rahmet eylesin. Mekânı Cennet
olsun.
Kenan KESKİN
18.07.2022
ÜMRANİYE
SÖZLÜK:
Bir Hamla: Bir hamle Dutarım:
Bebeği alırım, doğumu yaptırırım.
Gazep: Gazap, ceza Garı: Kadın, karı Galabalık:
Kalabalık Böğürmek: İnek gibi bağırmak
Sarı Gız: Sarı renkli inek İmleğimiz: Takatimiz, dayanma
gücümüz Gaşuk: kaşık
Nice güzel yıllarınız olsun. Anacığınıza Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah Tülay Kaya
YanıtlaSilTeşekkür ederim Tülay Hanım çok sağolun.
SilTeşekkür ederim Tülay Hanım çok sağolun.
Sil