ESKİ BAYRAMLARIMIZ
Klasik bir
sözle başlamak istiyorum. “Nerde o eski bayramlar?” Bir hafta önceden
heyecanını yaşamaya başladığımız, bayram sabahı gelince de içimizin kıpır kıpır
olduğu bayramlar. Hediye yok, harçlık yok hatta o dönemlerde bu kavramların
sözlükte yeri bile yok. Hiçbir çocuk ve yetişkin aklına getirmezdi de bunları…
Her bayram istisnasız olarak bu heyecanı yaşardık ve yaşardı insanlar.
Anamın
akşamdan kavurmaya başladığı süt mısırı unundan helvalık un, geceye bir renk
katar ve bayramın haberini erkenden verirdi. Harika bir kokuydu, hücrelerine
kadar alırdı insan bu kokuyu. Hele de ilk yapılan helva toplarından bir tane de
kaptın mı değmeyin keyfine…
Sabah iple
çekilir ve babanın “Hadi oğlum geç kalıyoruz?” uyarısı kadar tatlı bir uyarı
hatırlamıyorum. Kolay değil, camiye ulaşmak için bir ya da bir buçuk saatlik
yolu hem de yokuş olarak gitmek gerek. Yorulmak nedir bilmediğimiz, bir o kadar
daha olsa gidebileceğimiz heyecan dolu yıllar. Babacığım yol boyunca sürekli
bir şeyler okur, camiye varana kadar dua ederdi. Arada rastlaştığımız ve
selamlaştığımız komşularla birlikte, yolculuk daha da güzel bir hal alıyordu.
Köyün camisi
tamamen dolar, vaaz ve nasihatten sonra bayram namazı kılınır. En güzel
adetlerden biri olan da herkes camiden çıkar, bahçede daire olunur ve herkes
birbiriyle bayramlaşırdı. Belki de yılda bir iki sefer görüşme şansı yakalayan
insanlar bunu fırsat olarak değerlendirirdi. Bayramlaşma başlamadan önce
(elektriğin olmadığı dönemler) evdekiler bayramın ve bayramlaşmanın başladığını
anlasın diye silah atılırdı. Malum Karadeniz Bölgesi başka türlü sesi duyurmak
mümkün değil…
Bayramlaşma
faslından sonra hızlı bir kabir ziyareti yapılır ve herkes evlerine
bayramlaşmaya giderdi. Akşamdan hatta haftadan beri özlemini çektiğimiz sabah
kahvaltısı artık bir sofra kadar yakındır. Bütün aile sofranın başında oturmuş
o heyecanlı anı beklemektedir. Nihayet çaylar konur, su börekleri, fındıklı
baklava ve akşamdan hazırlanmış top top helvalar iştahla yenir.
O gün gezmek
için izinli olan çocuklar artık özgürlüğüne kavuşmuştur. Elbette köyün tüm
mahallelerini gezmek mümkün değil ama bir kısmını sabahtan akşama kadar gezer
her eve girerdik. Hiçbir evden boş döndüğümüzü hatırlamıyorum. Bütçesi kıt ama
gönlü gani olan Anadolu insanı eve geleni boş çevirmez mutlaka ikramda
bulunurdu. Helva topları, kara lahana dolması, bazen fındıklı börek ne varsa
verirlerdi. Doymak bilmez miydik bilmiyorum ama her evden aldığımızı mutlaka
yerdik. Sanırım memleketin engebeli yollarında yürürken yediklerimiz bir
taraftan eriyordu.
Köyün en
tepe yerlerinden “Üst Mahalle” de bir yerde salıncak kurulur ancak orada sadece
kızlar sallanırdı. Erkekler kızların sallandığı alana gitmez ve kızlar rahatça
gönüllerine göre sallanırdı. Biz çocuk olduğumuz için erkekten sayılmadığımız
yıllardı.
İşin diğer
güzel tarafı ise akşam olunca bayramlaşmaya gelen akrabalardı. Bazıları uzaktan
geldiği için yatılı gelirler ve çocukları da olunca bize de gün doğardı. Büyükler
sohbet ederken çocuklar da doyasıya oynar ve hava kararınca büyüklerin
sohbetine dinleyici olarak katılırlardı. Sohbetler bazen bir masal, bazen
hikâye, bazen de kıssadan hisse tadında olurdu. O sohbetleri dinlemeye doyum
olmazdı ama “Hadi siz yatın!” komutuyla moralimiz bozuk olarak yataklara
giderdik.
Yaşadığımız
ev 10 kişilik bir ailenin yaşadığı, misafiri genelde eksik olmayan 48-50
metrekarelik bir saraydı. Sadece bizim ev değil tabii, tüm komşularımız da
öyle… Evlerimiz zamanla büyüdü ama önce nüfuslarımız, sonra komşuluklarımız
azaldı. Bir apartmanda birbirini tanımayan insanlar haline geldik. Kentli olma
kültürü bizi bizden koparmayı başardı. Önce çekirdek aileye dönüştürdü sonra da
çekirdeği çatlattı. Başlarken demiştim ya “Nerde o eski bayramlar? Çocukluğumun
bayramları.” Keşke çocuklarımın, çocuklarımızın da böyle bayramları yaşama
şansı olsaydı.
Bu bayram da
içimden neşeli sözler gelmedi nedense… Tüm dostlara hayırlı bayramlar
bayramınız mübarek olsun. Geçmişlerimize rahmet olsun inşallah.
21.04.2023
Kenan KESKİN